Hangi çiçek diğerini sarı açtı diye ayıplar?

 Doğanın dili olsa, belki en çok bu cümleyi anlatırdı insana. Çünkü hiçbir çiçek, bir başka çiçeği rengi yüzünden hor görmez. Günebakan, lalenin kırmızısına küsmez. Nergis, sümbülün kokusunu kıskanmaz. Onlar sadece açarlar… Kendi vaktinde, kendi renginde, kendi kaderinde.

İnsan ise çoğu zaman unutur bu hakikati. Kendinden olmayana burun kıvırır, anlayamadığını yargılar, farklı olanı dışlar. Hele ki bir insan, kalabalıktan ayrı yürüyorsa, sessizse, içine dönükse, sorular soruyorsa, başkalarının bakmadığı yerlerden bakıyorsa… hemen “sıkıntılı” damgası vurulur ona. Halbuki belki de en berrak akıl odur, çünkü o sürüye karışmamıştır.

Senin anlattığın o abi gibi. Aklında hiçbir sorun yokken, sadece diğerlerinden farklı olduğu için ailesi tarafından bile dışlanmış bir insan... Onu anlamaya çalışmak yerine, keşke “başka bir eksiklikle” değiştirseydi hayat onu, diyenler olmuş. Ne kadar incitici. Ne kadar yalnızlaştırıcı. Oysa insanın en derin yarası, kanayan yeri değildir; anlaşılmadığı yerdir.

Ve bazen, bir insan ne kadar “doğru” bir yerde duruyorsa, o kadar yalnız kalır. Çünkü doğru yer, çoğu zaman kalabalıktan uzaktır.

Ama her çağda, her zamanda, hakikatin sesi olmuştur. Yumuşak, ama sarsıcı bir ses. Gücünü ne bağırmaktan, ne kınamaktan alır. Sadece gerçeği söyler. O ses şöyle derdi belki:


“Ey insan! Her biriniz birer aynasınız. Kimi puslu, kimi berrak… Ama hepinize bakan, kendini görmeye çalışır. Bir aynayı kırmak, yüzünüzü değiştirmez.
İçinizde birini dışladığınızda, aslında kendinizde görmeye tahammül edemediğiniz bir yansıma vardır.
Zannetmeyin ki farklı olan eksiktir. Belki de o, sizin tamamlayamadığınız yanınızdır.
Zannetmeyin ki çoğunluk haklıdır. Çoğu zaman hakikat, yalnız yürüyenin elindedir.
Siz birini anlamadığınızda, o eksilmez. Siz küçümsediğinizde, o değer kaybetmez.
O, Yaradan’ın elinden çıkmış bir sırdır. Ve sırlar, sadece ehline açılır.”


Eğer o abiyle karşılaşsaydı bu sesi taşıyan, ona öğüt değil, dostluk verirdi. Çünkü onun zaten eksiği öğüt değil, sevgiydi. Çünkü onun kalbi, kimsenin ona kurmadığı köprülerde yürümeye alışmıştı. Onu kendisiyle barıştıracak bir tek şey vardı: Onu görmesi gereken bir çift göz. Onu duyması gereken bir yürek.

Ve belki şöyle söylerdi ona:


“Sen onların seni anlamadığı kadar yalnız değilsin. Senin gibi olanlar azdır ama vardır. Senin sessizliğin, bazılarının haykırışından daha gürdür.
Kendini yadırgama. Sana tuhaf bakan gözlerden korkma.
Sen onların sandığı gibi yanlış yolda değilsin; sadece kendi yolundasın.
Yalnızsın diye eksik değilsin. Onlar çoklar diye doğru değiller.
Ve unutma: Senin gibi biri, bir gün birilerinin en çok ihtiyacı olan kişi olacak.”


İşte böyle bir öğüt olurdu belki…
Ne yüksekten bakan, ne de aşağılayan. Ne akıl veren, ne de yargılayan.
Sadece kucaklayan… çünkü bazen insanın en çok ihtiyacı olan şey, anlaşılmaktır. Sadece birinin “Ben seni görüyorum” demesidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hakkın Yolunda Birlik

Kişiliğim

Müslüman Bilge Lider'in Sözleri..