Kayıtlar

Ayasofya

Resim
Ayasofya'nın mistik gücünü derinlemesine inceleyebilirsiniz. Kitabımız, hem tarihi hem de dini öğelerle harmanlanmış bir metaforik anlatım sunarak, okuyuculara derin bir anlam dünyası açabilir. Bölüm 1: Ayasofya’nın Doğumu ve İlk Yılları Alt Başlık 1: Göksel İşaretler ve İlk Adımlar Ayasofya, bir ilahi misyonla dünyaya gelmiştir. Doğumu, ona dünya üzerinde önemli bir görev verileceğine dair işaretlerle çevrilidir. Çocukluk yıllarında fark edilen özel yetenekleri, ona büyük bir sorumluluk yükleyecektir. Alt Başlık 2: Annesinin İhaneti ve Kardeşlerinin Gizemi Ayasofya'nın annesi, ona ihanet eden ilk kişi olarak karşımıza çıkar. İkili arasındaki gizemli ilişki, Ayasofya'nın içindeki derin yaraların izlerini taşır. Kardeşleri de birer tehlike haline gelir, ona hem kaderi hem de mücadelesiyle zor anlar yaşatacaklardır. Alt Başlık 3: İlk Fethin Sembolü Olarak Ayasofya Ayasofya, sadece bir bina olarak değil, aynı zamanda bir kutsal emanet olarak yükselir. Bu bölümde, Ayasofya'...

Doyumsuzluk Zamanı ve Kanaatin Kıymeti

  Günümüz insanı, sahip olduklarıyla yetinmeyi unuttu. Elinde olanın kıymetini bilmeden, gözünü daima bir sonrakine, bir fazlasına dikti. Daha tabağındaki bitmeden yeni bir tabağın hayalini kuran bir ruh hâline büründü. Oysa insanı gerçekten doyuran, sadece midesi değildir; insan kalbi de kanaatle doyar, huzurla sakinleşir. Bir çocuğun eline bir oyuncak verirsiniz, sevinir. Fakat ardından vitrinlerde daha parlak, daha renkli başka bir oyuncak görünce elindekinden memnuniyetsiz olur. Bu hâl, yaş aldıkça değişmiyor; sadece oyuncakların şekli değişiyor. Kimi daha fazla eşya ister, kimi daha fazla para, kimi daha fazla ilgi, kimi daha fazla başarı… Hep daha fazlası. Ve ne yazık ki, bu arayışın sonunda çoğu zaman tatminsizlik, stres, huzursuzluk ve anlamsız bir koşu kalıyor geriye. Oysa insan bir durup düşünmeli: Elimde olanın hakkını verdim mi? Sahip olduklarıma şükrettim mi? Her isteğimin gerçek olması beni daha iyi biri yapar mıydı, yoksa sadece daha sabırsız mı kılardı? Kanaat, sade...

Allah’ı Anlama Yolculuğu: Kalpten Gelen Hakikatin İzinde

  Ey kardeşim,   Allah’ı anlamak ve O’nun varlığını derinden kavrayabilmek   büyük bir yolculuktur. Her yolculuk gibi bu yolculuk da sabır, kararlılık ve teslimiyet gerektirir. Eğer kalbin saf ve niyetin doğruysa, her adımda Allah seni doğru yola yönlendirecektir. İşte sana bu yolda ilerlerken yardımcı olacak bazı temel öğütler: 1. İmanla Başla:   Allah’a inanmak, sadece bir kelimeyle değil, kalpten bir kabul ile gerçekleşir. İman, kalbin derinliklerinden gelen bir bağdır.   Allah’a inanmak , O’nun varlığını, birliğini kabul etmek, her şeyin O’nun iradesiyle var olduğunu kabul etmektir. Allah, her şeyin yaratıcısı ve her şeyin sahibidir. İmanını güçlendirdikçe, Allah’ın büyüklüğünü ve kudretini daha derin bir şekilde hissedersin. 2. Kendini Tanı:   Allah’ı anlamanın en önemli yollarından biri de   kendini tanımaktır . Her insan, Allah’ın bir yansımasıdır. Kendini tanımak, O’nun yaratma kudretini ve hikmetini daha iyi anlamana yardımcı olur. İçindeki ka...

Allah’ın Varlığına Dair Sınırsız Anlayış: Yaratılmamış Olan

  Ey insanlar, hepinizin içinde olduğu bu dünya, yaratan ve her şeyin hükmünü veren yüce Allah'ın kudretiyle var oldu. Bazen insanın aklına şöyle bir soru gelir: "Peki, Allah'ı kim yarattı?" Oysa bilmelisiniz ki, bu soru, yalnızca sınırlı bir anlayışla yapılmış bir sorudur. Allah, yaratılmışların dışında, başlangıcı ve sonu olmayan, zamandan ve mekândan bağımsız olan bir varlıktır. Onu yaratan bir varlık yoktur, çünkü O,   Yaratan   ve   Yaratılmamış   olan tek varlıktır. Allah’ın varlığı, mutlak ve ezelidir.   O, zamanın, mekânın, her şeyin yaratıcısıdır. Zaman O’nun emrindedir; O zamanın öncesindendir ve sonrasındandır. Allah, her şeyin başladığı yerdir, ama kendisi başlangıçsızdır. Allah, hiç kimse tarafından yaratılmadı ve hiçbir zaman varlık kazanmamıştır. Çünkü O, varlığın kaynağıdır. Her şey, O’nun izniyle varlık bulur, ancak O’nun varlığına bir şey başlamaz. Her şey O’nun yaratmasından doğar, ama O’nu yaratan bir şey yoktur. O, her şeyin sebebidir, ...

İnsanlara Yönelik Derin Öğütler: Gerçek Huzura ve Kalp Dinginliğine Giden Yol

  Ey insanlar, sizler ki bu dünyada geçici bir zaman diliminde yol alıyorsunuz, unutmayın ki her nefesiniz bir ödüldür ve her an, ebedi bir gerçekliğe doğru bir adım daha atmaktır. Dünya, bir sınav alanıdır; her şey geçicidir. Ne mal, ne mülk, ne evlatlar, ne de dünya nimetleri kalıcıdır. Gerçek zenginlik, yalnızca Allah'ın rızasını kazandığınızda ve vicdanınızla barış içinde olduğunuzda erişilen bir huzurdur. Ey kalbi daralanlar, sabırlı olun! Biliniz ki sabır, insanın en büyük erdemlerinden biridir. Zorluklar ve acılar, sizin iradenizi sınar, ancak sabırla geçilen her zor zaman, ruhu olgunlaştırır. Kimse bu dünyada tamamen acılardan uzak olamaz; her biriniz bir biçimde sınanıyorsunuz. Ancak unutmayın ki, her sıkıntı, bir gün sona erecek, her gece sonunda aydınlık bir sabaha kavuşacaktır. Sabır, yalnızca beklemek değildir; sabır, Allah’a olan güveninizin bir yansımasıdır. Kalbinizde bir huzur bulmak istiyorsanız, sabırla her zorluğu aşmayı öğrenmelisiniz. Zira her zorluk, bir kurt...

Habib’in yaşadığı duygusal ikilem..

  Geçmişte zor bir hayat yaşamış, acılar ve zulümle büyümüş bir insanın, şimdi yeni bir dünyada huzur ve mutluluk arayışı içinde olması, çok derin ve karmaşık bir ruh halini yansıtır. Habib’in yaşadığı bu duygusal ikilem, bir yanda geçmişin getirdiği yaralar, diğer yanda ise şu anki hayatındaki sevgiyi ve ilgiyi yaşama çabası arasında bir denge kurma arzusudur. Hem üzgün hem de mutlu olmak, bir insanın hayatındaki içsel çatışmaların ve duygusal derinliğin bir yansımasıdır. Zulme uğramış bir kişi için geçmişte yaşananlar, hayatının her anında iz bırakır. Bu izler, zamanla büyür ve insanın ruhunu derinden etkileyebilir. Ancak, bir insanın hayatında sevgiyi ve şefkati tekrar hissetmeye başlaması, bu yaraların iyileşmeye başladığının bir işaretidir. Sevgi, insanın ruhunu iyileştiren, kırık kalbini onaran en güçlü duygudur. Habib, geçmişteki acıların üzerine inşa edilmiş bir hayatı, şimdi yeniden şekillendirmeye çalışıyor. O, geçmişin karanlık gölgelerinden kurtulup, yeni bir sevgiyle s...

NoRiba.Finance'in borçsuz ve faizsiz bir dünya vizyonu

  Hadi bakalım, hepiniz dostlar, nasıl istersiniz? Faizsiz, borçsuz bir dünyada yaşamak ister misiniz? "Faizsiz gidiyoruz," deriz biz gençler, "Ve borçsuz bir dünyaya gitmek, adil olmasına bağlıdır." "İyi fırsatlar sunacağız, biz size destek olacağız, Ama sözleşmeleri imzalayacaksınız, faizsiz olacağına inanacaksınız, Çünkü eğer borçlarınız sizi sıkıştırırsa ve faiz istemezseniz, Bizimle olacaksınız, borçsuz, faizsiz bir yolda." Yolculuğumuz keyifli geçecek, gidişimiz huzurlu olacak, Ve NoRiba ile her şey adil olacak. O zaman NoRiba lideri, hepimizi yönlendirecek, Ve dedi ki, “Ne olur dostlar, faizsiz bir dünyada yürüyün!” Yüreklerimiz saf, ruhlarımız huzur içinde, Borçlar ve faizler asla bizi yıkamayacak. Kazancımız hak edilmiş, borcumuz yok, Sadece adalet ve barış var, faizsiz dünyada. Ve şimdi özgürüz, borçsuz yaşıyoruz, Ve bu faizli dünyada bir daha asla kaybolmayacağız. Geri gidin dostlarınıza, başkalarına anlatın, O borçsuz ve faizsiz dünyaya, adı No...

İlim ve Hikmet Arasında: Suizandan Uzaklaşmak

  Ey kalbinde ilme yer vermiş olan kişi… Bil ki, ilim hikmetle yoğrulmadıkça insanı yüceltmez, sadece yorar. Lakin hikmet, kalbin selim olmasıyla doğar. Kalbi bulandıran şeylerin başında ise suizan gelir. Zira kötü zan, sahibini yanıltır; onu hem hakikatten hem de kardeşinden uzaklaştırır. Bilmediğin bir niyetin hükmünü vermek, karanlıkta yön aramak gibidir. Dilin susturduğuna sevinme; zira asıl susturulan belki de senin vicdanındır. Bir kimse, daha karşısındaki ne söyleyeceğini bilmeden “ben onu ilimle yendim” diyorsa, orada ilimden çok nefis konuşmuş demektir. Zira hakiki ilim sahibine tevazu verir. O bilginin sahibi bilir ki, her sözün bir bağlamı, her insanın bir hikmeti, her suskunluğun bir anlamı vardır. Karşındakine söz hakkı tanımadan, onun kalbine set çekerek zafer kazanılmaz. Bu, bir galibiyet değil, bir gaflettir. Zan, şeytanın kalbe üflediği ilk vesvesedir. O vesveseye kulak verip karar kılmak, gönül aynasını karartır. Ve unutma ki, zannın en tehlikelisi, iyi niyetli gi...

Buluta Dönüşen Nefesler: Huzurun ve Kalbin Öğretisi

  O, kalabalıklardan uzak duran, sessizliği kelimelere tercih eden biriydi. Konuştuğunda sesi yankı yapmazdı, kalbe dokunurdu. Her sözü, dinleyen kişinin içine bir damla gibi düşerdi; suya düşen damlanın halkaları gibi yayılırdı ardından. Bakışlarıyla yargılamazdı kimseyi, çünkü gözleri dışarıyı değil, içini görürdü insanın. Onunla karşılaşmak bir an meselesiydi ama etkisi bir ömür sürerdi. Sessizliğinde büyük bir sır taşırdı. Bir yere ait değildi, bir zamanda sabitlenemezdi. Nereye gitse, orada zaman yavaşlar, hava hafifleşir, yürek ferahlardı. İnsanlar onun yanında konuşmak yerine düşünmeye başlardı; çünkü onun varlığı, insanın kendisiyle yüzleşmesini sağlardı. Sorduğun zaman uzun uzun açıklamazdı. Bazen bir bakış, bazen bir kelime yeterdi. Öğütleri yumuşaktı, sertliği eritir, kırıkları sarardı. Kalbe ulaşırdı, akla değil. "Kalbini temizle" derdi, "çünkü orası misafirin olacak olanın evidir." Dünyaya dair arzularını değil, o arzuların ötesindeki sükûnu işaret eder...

Vakit tamam oldu. Zaman mühürlendi.

  Size evvelce haber verilen, tarihle işaret edilen günlerin ardından, arz sarsıldı. Gökyüzü sustu, yer inledi. İstanbul şehri, kadim sırrına yeniden uyandı. Yüreği yorgun bu şehrin damarlarında 6.2 şiddetinde bir feryat gezindi. O feryat, yalnızca toprağın değil, insanlığın içine gömülmüş hakikatlerin yankısıydı. Ey insanlar! Siz toprağın altında gizlenen sadece fay hatlarını sandınız. Oysa toprağın da hafızası vardır. Unutmaz. Ne haksız dökülen gözyaşlarını unutur, ne de adaletle yüklenmiş duaları... Bu sarsıntı, ne bir tesadüf ne de kuru bir tabiat olayıdır. Bu, ilahi yazgının sessizce konuştuğu bir andır. Nice kere uyarıldınız. Fakat kulağınız dünya gürültüsüne öyle bir karıştı ki, hakikatin sesi size sadece bir rüzgâr uğultusu gibi geldi. Oysa bu, rüzgâr değil; vakti gelmiş bir hesaplaşmanın ilk yankısıydı. Ey kalbi kararmış şehirler! Size mühlet verildi. Uyarılar yapıldı. Ve şimdi, verilen sürenin ardından ilk perde aralandı. Bu, bir son değil, başlangıçtır. Lakin başlangıçla...

Ey kendisine rahmet emanet edilen kadın… Anne...

Resim
  Ben sana anne dedim. Çünkü dünyaya gelişimde, ilk nefesimi seninle aldım. Senin kucağında başımın yeri olmalıydı. Sesini duymak, kalbimin ilk sığınağı olmalıydı. Ama senin sessizliğin, benim çığlığım oldu. Senin soğukluğun, içimde bir yangın başlattı. Ey bana can veren ama canımı sızlatan kadın… Ben senden sevgi bekledim. Şefkat aradım. Ama sen ellerini değil, yargılarını uzattın bana. Gözlerinle değil, öfkenle büyüttün beni. Ve ben, annesinin gölgesinde büyüyen her çocuk gibi, hep seni mutlu etmeye çalıştım. Ama senin içinde bir boşluk vardı ki, ben ne kadar uğraşsam da o boşluğu dolduramadım. Çünkü o boşluk, benden önce de seninleydi. Ve o boşluğa beni attın. “Bir annenin kalbinde sevgi tükenmişse, çocuk değil, kendi acısı konuşur.” Senin acın vardı, evet. Ama o acıyla beni yaraladın. Oysa ben sadece çocuk olmayı hak ediyordum. Ne kahraman, ne kurban olmalıydım senin hikâyende. Sadece çocuk… Ben seni yargılamıyorum. Ama seni tanımak istiyorum. Çünkü artık biliyorum: Benim acı...

Ey kalbi kırılmış ama hâlâ çırpınan güzel insan…

O bilge, kutlu rehber senin gözlerine bakarak, yüreğinin en derininde tuttuğun kırgınlıkları hissederek sana konuşsaydı, sesi hem yumuşak olurdu hem de dağ gibi güçlü. Sözü, ruhuna dokunur, kalbini sarardı. Belki şöyle başlardı:  "Ey kalbi kırılmış ama hâlâ çırpınan güzel insan…  Senin içinde yıllar boyunca sessizce büyüyen bir sızı var. O sızı, seni büyüttü, şekillendirdi. Bazen seni güçlü kıldı, bazen yere serdi. Ama ne olursa olsun, sen bu sızının içinde kaybolmadın. Bu bile senin ne kadar değerli olduğunu gösterir. Sen bir annenin sevgisine muhtaç bir çocukken, o seni duymadı. Seni sevmesi gereken eller, sana uzanmadı. Oysa çocuk, anneye en çok ihtiyacı olduğu yaşta, sevgiden başka bir şey anlamaz. Ve işte, o sevgisizlik öyle bir boşluk açtı ki yüreğinde, sen yıllar sonra bile oraya dönüp bakıyorsun. Hâlâ bir cevap arıyorsun, hâlâ 'Neden?' diye soruyorsun. Bu çok insanca bir arayış. Ama artık bilmelisin: O 'neden'in cevabı sende değil. Onun kalbinde bir eksikli...

Ey insanlar, dinleyin ve düşünün. Çünkü hakikat, kulaklara değil, kalplere hitap eder.

  Bir toplumu ayakta tutan, ne yüksek binalardır ne de dolup taşan hazineler. Bir toplumu ayakta tutan, adaletin diri olmasıdır. Eğer bir toplumda haksızlık hüküm sürüyorsa, eğer zayıf olan korunmuyor, güçlü olan hesap vermiyorsa, orada zulüm vardır. Zulüm sadece yapanın elinde değil, susanın dilinde, görmezden gelenin gözünde, çıkarı için sessiz kalanların kalbindedir. Bir gün gelir de bir kişi, türlü vaadlerle, göz boyayan sözlerle halkın malını toplar, umutlarını pazarlar, güvenini kullanırsa; yalnızca o kişinin değil, onun yolunu açanların da vebali vardır. Çünkü her kandırılan, sadece kandıran yüzünden mağdur olmaz. Onun sahnesini kuran sistem, seyirci kalan makamlar ve uyarı görevini yapmayan toplum da bu oyunun parçası olur. Ey insanlar, unutmayın: Bir kötülüğün işlenmesine izin vermek, o kötülüğün bir parçası olmaktır. İzin veren makam, denetlemeyen kurum, sessiz kalan halk; her biri bu adaletsizliğin taşıyıcısı olur. Allah’ın adaleti yalnızca bireyin niyetine değil, toplum...

Adaleti Parayla Kapatmak: Hapishaneler, Borçlar ve Faizsiz Bir Gelecek Mümkün mü?

Giriş Günümüzde birçok suçun arkasında silah değil;   borç kağıtları , banka ekstreleri ve kırık dökük maaş bordroları duruyor. Çalıntı ekmekle dolan dosyalar, ödenemeyen kredi borçları yüzünden hapse giren anneler, çocuk nafakasını ödeyemediği için parmaklıkların ardına konulan babalar… Şimdi bir gerçeği cesurca söyleyelim: Hapishanelerin büyük kısmını suç değil, sistemsel adaletsizlik dolduruyor. Ve bu sistemin en acımasız parçası:   borç-faiz döngüsü. Para Sistemi Suç Üretiyor mu? Bugün kullandığımız ekonomik sistem; – Borçlanmayı normalleştiren, – Faizi meşrulaştıran, – Zengini daha zengin, yoksulu daha muhtaç yapan bir yapı üzerine kurulu. Bu sistemde; “Bir evin olsun” denir, ama ödemesi ömrünü alır. “Kredi kartı çıkar” denir, sonra faizle zincirlenirsin. “İş bul” derler, ama maaş geçinmeye yetmez. Sonra bu sistemin mağdurları, ya karanlık işlere sürüklenir, ya da çaresizlik içinde “küçük suçlara” meyleder. Peki bu suç mudur, yoksa sosyal bir çöküş mü? Alternatif: Borçsuz...

Hapishaneler Yerine Oyun Parkları: Toplumu Cezalandırarak Değil, Onararak Dönüştürelim

Giriş Bir çocuğun kahkahası, bir toplumun en temiz yankısıdır. Ne zaman ki bir çocuk, parmaklıklar ardındaki bir babaya mektup yazmak zorunda kalır, işte o zaman toplumsal adaletin vicdanı incinir. Bugün artık sormalıyız: Neden daha fazla hapishane inşa ediyoruz? Neden suçun ardındaki çaresizliği görmeden, sadece cezaya odaklanıyoruz? Oysa başka bir yol mümkün: Hapishaneler yerine eğlence yerleri kuralım, çocuklar babalarıyla, anneleriyle oynasın. Cezalandırmak mı, Onarmak mı? Modern ceza sistemi, büyük oranda   öç alma   ve   izolasyon   üzerine kuruludur. Suç işleyen kişi toplumdan koparılır, cezalandırılır, sonra “düzeldiği varsayılarak” geri bırakılır. Ama bu süreçte ne birey iyileşir, ne toplum korunur. Aileler parçalanır, çocuklar yalnızlaşır, döngü sürer. Bu yaklaşım, yalnızca bireyi değil,   ailesini ,   mahallesini , hatta gelecek nesli de cezalandırır. Oysa gerçek adalet, sadece cezalandırmak değil,   onarmaktır . Ve onarmanın yolu, şefkatli ...

Barış Yolunda Yürüyen Liderin Halktan İstekleri

  “Ben sizin başınızda değil, kalbinizin yanında yürüyorum.” 1.   Beni Hep Hakikate Çağırın Ben de insanım. Bazen şaşabilirim, bazen yorulabilirim. Ama siz susmayın. Doğruyu çekinmeden söyleyin, eleştirin, uyarın. Çünkü ben sizi değil, hakkı dinlemek için buradayım. Siz konuşmadığınızda yanlışlar büyür. Ben doğruda kalmak için, sizin sesinize muhtacım. 2.   Adaleti Talep Etmekten Vazgeçmeyin Adalet sadece benim vermemle olmaz. Siz istemedikçe, sesinizi yükseltmedikçe, adaletin terazisi tek taraflı kalır. Bana hatırlatın: Herkes eşit, herkes insan, herkes hak sahibi. Çünkü siz isterken ben, adaletle hükmedebilirim. 3.   Birbirinize Düşman Olmayın Farklı fikirleriniz olabilir, farklı yollarınız. Ama aynı topraklarda, aynı gökyüzü altında yaşayan insanlarsınız. Kinle değil, kardeşlikle yaşayın. Benim en büyük zaferim, sizin birbirinizi sevebilmenizdir. 4.   Çocukları Koruyun Bir liderin en büyük mirası, ardında huzurlu bir nesil bırakmasıdır. Ama bunu sadece ben ya...