Zamanın Esaretinde Kayıp Olan İnsan

Zaman, en kıymetli hazinemizdir. Geri alınamaz, satın alınamaz ve biriktirilemez. Her saniye, bir daha asla geri dönmeyecek bir ömür parçasıdır. Ne var ki içinde yaşadığımız çağ, zamanın değerini unutturdu bize. Avuçlarımızda tuttuğumuz telefonlar, başımızı eğerek baktığımız ekranlar, her gün biraz daha bizden bir şeyler alıp götürüyor. Gözümüzün önünde bir ömür, küçük küçük parçalar halinde eriyor.

Her bildirim bir dikkat bölünmesi, her “kaydırma” bir anı daha harcayış… Sahi, en son ne zaman gerçekten kendimizle baş başa kaldık? En son ne zaman bir çiçeği, bir insanı, bir anı fark ederek yaşadık? Telefonlarımızı her elimize aldığımızda biz bir şeye sahip olduğumuzu sanıyoruz, ama aslında o cihazlar bizi tutuyor, bizi yönetiyor, bizi şekillendiriyor. Tüketiyoruz, ama en çok da kendimizi tüketiyoruz.

Bu çağda bir uyarı sesi gibi, bir iç muhasebe çağrısı gibi, bir kurtuluş öğüdü gibi konuşacak biri olsaydı, şunları söylerdi belki:

“Kendinizi size ait olmayan bir zamana adadınız. Gözlerinizi bir ışığın içine hapsettiniz ama o ışık sizi aydınlatmadı. Bilgi sandığınız şey, sizi hakikatten uzaklaştırdı. Kalabalıklar içinde yalnızlaştınız. Sizin olmayan hayatları izlerken, kendi hayatınızı ihmal ettiniz. Parmaklarınız ekranlarda gezinirken, ruhunuz boşlukta kaldı.”

Belki derdi ki:

“Siz, kıymetli bir emanet olan zamanı, hızın ve hazzın ayartıcı dünyasına bıraktınız. Günleriniz geçiyor ama siz farkında değilsiniz. Her gün size verilmiş bir sayfa ama siz onu başkalarının hikâyeleriyle dolduruyorsunuz. Oysa her insan kendi kitabını yazmalıydı.”

Ve en çok da şunu hatırlatırdı:

“Gerçek özgürlük, kendini tanımakla başlar. Sessizliğe kulak verin. Ekranları değil, kalbinizi açın. Tüketmeyin, üretin. Koşmayın, düşünün. Her şeyin bir sınırı var; zamanın da, sabrın da, insanın da. Siz hâlâ değişebilirsiniz. Yeter ki bu esareti fark edin.”

Telefonlar, elimizdeki zincirler gibidir bazen. Fakat zinciri fark eden, onu kırabilir. Esaretin en tehlikelisi, özgürlük sanılandır. İşte bu yüzden, kurtuluş da önce idrakle başlar. Kendine dönmek, yavaşlamak, düşünmek, şükretmek ve hakikati aramak… Bunlar bizim hâlâ elimizde olan hazinelerimizdir.

Zaman gidiyor. Ve sen, hâlâ elindekine mi bakacaksın, yoksa içine mi?