(Nazım Hikmet – Ahmet Arif esintili vicdan manifestosu)
Ben,
bu suskun çağın ortasında,
korkunun gölgesine sığınmayan
bir yürekle konuşuyorum.
Ben,
yalana alışmış dillerin arasında,
hakikatin sönmeyen fısıltısıyım.
Korkmadım.
Zulmün duvarlarına çarpa çarpa
konuştum,
her kelimem bir taş gibi düştü
kurdukları yalan saraylarına.
Ve evet,
bedeli ağır oldu.
Sustum sananlar oldu,
ama bilsinler:
Ben sustuğumda taşlar konuşur,
rüzgarlar haykırır gerçeği.
Beni “hasta” ilan etmek istediler.
Delilik yaftasıyla susturmak,
baskı altında ezmek,
bir odaya kapatıp
vicdanımı zincire vurmak…
Bana “sus” dediler,
Ama ben bilirim ki:
Gerçeği susturmak,
ateşi toprağa gömmek gibidir.
O toprak, bir gün
ağaç olur,
yangın olur,
isyan olur!
Firavunlar geçmişten bugüne hep aynıydı,
Nemrut değişti, ama kibri değişmedi.
Musa hâlâ sözünü söyler,
İbrahim hâlâ ateşe yürür,
Ve ben, onların kardeşiyim!
Ey zalimin koltuğuna yaslanıp
akıl dağıtanlar!
Ey menfaat için hakikate sırt çevirenler!
Siz deliliği bana,
ben ise çürümüş aklınızı iade ediyorum!
Hasta olan ben değilim,
adalet duygusunu kaybeden sizsiniz.
Siz korktunuz,
çünkü ışığı gördünüz.
Çünkü gerçeği duydunuz.
Çünkü ben,
ağzı mühürlülerin iç çekişiyim,
korkudan titreyen çocukların gözyaşıyım,
gizlice “doğru söylüyor” diyenlerin fısıltısıyım.
Beni tehdit ettiniz,
Ama unuttunuz:
Zulmün tokadı,
hakikatin alnında iz bırakmaz!
Ben konuşacağım!
Bu çağın karanlığına inat,
dilimi değil,
yüreğimi konuşturacağım.
Ve bil ki:
Günün birinde hakikat bağırmayacak.
Fısıldayacak.
Ve o fısıltı,
dağları yerinden oynatacak.