Karanlığın En Koyusunda Umudu Yeşerten Sözler

Adalet istedim, çok muydu?
Huzur diledim, fazlası mıydı?
İnsanlar birbirini incitmesin, bir lokmayı paylaşsın, bir sözü zehir gibi değil bal gibi söylesin istedim. Barış, her evin kapısını çalsın; çocuklar uyanınca bomba değil kuş sesi duysun istedim. Fazla mıydı?

Belki de değil…
Ama bilmedim, öğrenemedim önce karanlığın geleceğini. Her sabahın önünde mutlaka bir gece dururmuş. Her ışık, en koyu karanlığın içinden doğarmış. Biz sabaha yürürken, gecenin içinden geçerken sabrımızla sınanırmışız. İnsanın kalbi, en çok da gecede büyürmüş. Çünkü ışığın kıymetini karanlıkta öğrenirmiş.

Bir önder şöyle derdi:
“En büyük devrim, kalbin içine yapılan devrimdir. Adalet, önce içimizde başlar. Huzur, vicdanı temiz bir yüreğin ürünü olur. Ve barış… Barış, her insanın diğerini kendisi kadar aziz bildiği yerde yeşerir.”

Dünya belki de bu yüzden dönmeye devam eder; birileri hâlâ ışığa inanır, birileri sabahı bekler diye… Ve karanlık, ne kadar derin olursa olsun, sabah mutlaka gelir. Sabırla, dua ile, doğrulukla gelen sabahlar vardır. İnsanların eline silah değil selam yakışır. Gözlerine öfke değil merhamet… Ve yeryüzü, ancak insan adil olduğunda cennet olur.

Derdi ki:
“Zulüm arttığında yılma. Çünkü karanlığın koyulaşması, sabahın yaklaştığının işaretidir. Kimsenin göremediği bir anda doğar güneş. Umudunu kaybedersen zalimin işini kolaylaştırırsın. Sen sadece doğru ol, adil ol, güzel ol. Çünkü hakikat, eninde sonunda galip gelir.”

Ve eklerdi:
“Barışı bekleme, onu inşa et. Huzuru arama, onu yaşat. Adaleti talep etme sadece; onu sen ol. Dünya ancak böyle değişir.”

Belki de çok şey istemedim.
Sadece insanlığın unuttuğu şeyleri hatırladım: Merhameti, adaleti, barışı ve umudu.
Ve öğrendim ki…
Karanlık en koyu hâline geldiğinde, artık sabah olmak üzeredir.