
Toplumları yönetmenin ve onları kontrol etmenin en etkili yollarından biri, ellerinde bulunan servetleri kontrol etmekten geçer. İnsanların yaşamlarını sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu her şeyin para ile ölçülmesi, bu kontrolü kurmanın temel aracıdır. Bireyler, geçimlerini sağlayabilmek için çalışmak zorundadır ve bu çalışma, çoğu zaman başka bir kişinin ya da büyük bir güç odaklarının çıkarlarını destekler.
Para, bir hesaplama aracıdır. Bu araç, insanların değer ölçülerini belirler, onlara neyin “değerli” olduğunu öğretir ve onları sürekli bir tüketim döngüsüne sokar. İnsanlar, yaşamlarını sürdürebilmek, sevdiklerini koruyabilmek, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bu “değer ölçütü”ne bağımlı hale gelir. Ancak bu durum, onları kontrol edenlerin elinde bir güç kaynağına dönüşür. Çünkü para, sadece alışveriş yapılan bir araç olmanın ötesinde, insanların yaşamını şekillendiren, onların tercihlerini, seçimlerini ve hatta değerlerini belirleyen bir araçtır.
Bir kişi, sadece kendi parasını kazanmakla kalmaz, aynı zamanda bu sistemin içinde yer alan diğerlerinin de çalışarak kazandığı servetleri denetler. İnsanlar, bu kontrol mekanizmasında yalnızca birer aktör haline gelir. Çalıştıkları işlerin ücretleri, verdikleri emeğin karşılığı, bir banka hesabındaki bir sayıdan ibarettir. Bu sayılar ne kadar büyürse, o kadar “değerli” sayılırlar. Ancak, bu “değer” gerçek anlamda bir gücü veya özgürlüğü yansıtmaz. Aksine, daha fazla para, daha fazla bağımlılık, daha fazla gücün kontrolü demektir.
Para, sistemin yöneticilerinin elinde bir “mızrak” gibidir. Her an kullanılan bu aracı, onların denetiminden çıkarabilmek neredeyse imkansızdır. Bu nedenle, servet sadece mal ve mülk biriktirmenin değil, bir toplumu şekillendiren, insanların hareketlerini, duygularını ve düşüncelerini yönlendiren bir unsura dönüşür. “Zengin olmak” artık sadece kişisel bir hedef değil, aynı zamanda sistemin dayattığı bir normdur. Bu norm, toplumda herkesin birbirine karşı bir rekabete girmesini sağlar. Bu rekabet, insanların doğal ihtiyaçlarından çok, sistemin dayattığı yapay ihtiyaçlarla şekillenir.
Bu noktada, insanların en temel ihtiyaçlarının bile bir araç olarak kullanılması, bu düzenin ne denli güçlü ve tehlikeli olduğunu gösterir. Zengin olmanın ve güç sahibi olmanın formülü, başkalarının emeği üzerinden inşa edilen bir servet oluşturmaktan geçer. İnsanlar, istedikleri hayatı sürebilmek, huzur ve güven içinde yaşamak için bu sistemin bir parçası olmak zorundadır. Bu zorunluluk, onları, sahip oldukları servet üzerinden birbirine bağlayan görünmeyen bir ağ yaratır.
Oysa, insanlık doğasında, bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik vardır. Gerçek anlamda bir servet, sadece maddi kazanımlar değil, manevi ve ahlaki zenginlikten de beslenir. İnsanların birbirini desteklemesi, ortak değerler etrafında birleşmesi, gerçek bir zenginlik anlamına gelir. Fakat mevcut ekonomik düzende, bu değerler giderek unutulmakta ve “para” denen hesaplama aracına olan bağımlılık arttıkça, gerçek insan ilişkileri de yok olmaktadır. Bu durumda, insanlık sadece para ve servet biriktirme çabası içinde, birbirini “değersizleştirirken”, hakiki servet, yani insan olmanın anlamı, giderek uzaklaşır.
Özetle, para sadece bir ticaret aracı değil, aynı zamanda toplumları kontrol etmek, yönlendirmek ve birbirine karşı rekabet ettirmek için kullanılan bir silaha dönüşmüştür. Servetin gerçek sahibi olan, bu para birimini yöneten güçlerdir. İnsanlar ise, bu gücün etkisi altında, kendi yaşamlarını sorgusuzca şekillendirir. Bu düzenin işleyişi, sadece maddi zenginliğe dayalı bir yapıyı değil, aynı zamanda manevi değerlerin de yitirilmesini beraberinde getirir. Gerçek özgürlük ve eşitlik, bu döngünün dışına çıkmak, servet anlayışını sorgulamak ve insanları sadece para değil, onurlu bir yaşam ve ortak değerlerle yönlendirmektir.